Küçükken 40 kere okuduğum Charles Dickens hikayesinin, Roman Polanski filmini de 40 kere izledim galiba.O zaman otomatikman Oliver Twist fanı mı oluyorum ben?Küçükken kitabı okurken,Dickens'ın Londra tasvirini kafamda canlandırırdım hep;Oliver'ın yırtık pantolonunu,dumanlı sokakları,tuğla evleri ve kuru ekmekleri.Yıllar sonra Polanski geldi ve o hayalimde canlanırdığım eski Londra sokaklarını önüme serdi.Oliver tıpkısının aynısıydı ve o çatı katının tahtaları,sokak köpekleri ve Nacy'nin şapkaları;hepsi aynıydı.Tanıdıktı sokaklar,kostümler,Victorian England halleri ve cep saatleri...
Bu kimin başarısı bilemedim?Dickens'ın usta tasvir yeteneği mi yoksa Polanski'nin bir film yönetmeni değil Dickens'ın kelimelerinin bi elçisi oluşu mu? Karakterler, kostümler o kadar başarılı ki, Ben Kingsley'in her sahnesinde o kapkara dişlerinin kokusunu bile duyar gibi oluyor insan
Production designer Allan Starski, costume designer Anna B. Sheppard, cinematographer Paweł Edelman, composer Rachel Portman ve Supervising Art Director Keith Pain her dönem filmini alıp uçuruyor ve sanırım en büyük kanıtı Oliver Twist.Filmi durağan ve basit bulanlar bile bir art directing şahaseri olarak sonuna kadar izleyebilir.
Ortaokulda okuduğu kitapla Fagin'den nefret eden her çocuk filmin son sahnesi ile Fagin'le barışıyor.''-please sir, i want some more''lafı halen yürekleri dağlıyor. Nancy'ye ya bi şey olursa paniği eşşek kadar olsanızda devam ediyor.Oliver'ın kurtulmuş olmasının huzuru dört bir yanınızı ilelebet sarıyor.