Şapka konusu hassas bir mevzu,yıllar içinde insanın kendine hangi tür şapka yapısının yakışıp yakışmadığını tespit etmesi gerekiyor>yoksa| surat tipine uymayan bi şapka insanı bir aliene dönüştürebiliyor.Bazen sadece bir modelle idare etmeniz gerekebilir bazen ise şapkanın size yakışmadığını paşa paşa kabul etmek gerekir.Bunda inat eden kadınları anlamakta zorlanıyorum,bir modele inatla dadadan insanlar var (ama bu olabilir çünkü insan kendini eleştirme konusunda aynalara gözleri hep kapatabiliyor).Ergenlik ve üniversite yıllarımda ben de yaptım bu hatalı şapka denemelerini.İnsan her yeni gün kendi bedenini ve yüz hatlarını daha iyi tanıyor.Yüzüm uzun olduğu için benim şapka skalamda sadece iki şapka tarzı vardır.Kafamın yapısı,yüz hatlarım ve giyim tarzımı gözönüne alarak deneme-yanılma yöntemleri ile bana uygun tarzı yıllar içinde oluşturdum.Allahtan şapka çeşitliliği sevgimi çekimlerde bi nebze gideriyorum lakin modellere şapka seçmek de en az kendim takıyormuşum gibi zevkli. Sedece klasik ve modern şapkalar değil ;dönem ve geleneksel şapkalar da ilgi alanıma giriyor.Uzunca yıllar araştırmalarım oldu bu konuda.Beni en çok büyüleyen Moğolistan şapka tarihi olmuştur aralarında.Geleneksel Moğol şapkalarını,trt ekranlarından bi nebze anlatmaya çalışmıştım ama 500 adet şapkadan sadece 50 tanesi anlatabilmek nasip olmuştu.Umarım tüm araştırmalarım tamamlanınca sadece bu konu hakkında bir kitap hazırlayabilecek birikime sahip olabilirim.Çünkü öyle köklü bir şapka tarihi ve tasarım yaratıcılığı görmekteyiz ki Avrupa'nın şapka modasına bile zaman zaman derinden esin kaynağı olduğunu anlamak için alim olmaya gerek yok. Herneyse ilk paragraf bitişine hemen kaynak yapıyorum.Şapka tanıtımlarını seviyorum,şapkayla alakalı her yeniliği ve eskiliği takip etmeyi seviyorum,adapte ediliş süreçlerini ve yeni tasarımcılar yetiştiğine şahit olmayı seviyorum. Veeeeee yine yeniden, çok muazzam hazırlanmış vintage şapka modellerinin yeni nesil elinden çıkmış hali ile karşı karşıyaydım.Daha önce de dediğim gibi ürünlere katologdan değil dokunarak temasa geçtiğim zaman o parçayı daha sağlam hissediyorum.Dönem stylingi ve retro art directin erbabları için çıldırısıya bi organizasyondu.Biraz daha keskin vualet istermiydiniz madame?
Bazı günler>elektronlar vasıtasıyla transfer edilen enerji miktarı fazlalaşıyor.Garip bi şey oluyor bazı günler beden-ruh bileşkesinde. Sağ omzuna dokunuveriyor bi şey ve bazen dokunmasına gerek kalmadan,ruhun öne atılıp çekiyor bi nefeste tüm atomları bedenine.Thomas Alva Edisonhalt edebiliyor yanınızda,o derece yani.Kocaman bi şey olmasına gerek yok,minik bir nokta kafi gelebiliyor o bi taşım kaynamalara. The house that my father buit videosunu ne zamandır paylaşmayı düşünüyordum ama unutup durdum.Dün çeki-düzen esnasında denk geldim tekrar ve ısrarla tanışmanızı istedim.Demin tekrar tekrar izlerken,bir yıl önce ilk kez izlediğim an hissettiğim şeyleri bi daha hissettim ve aynı soruyu tekrar sordum ;''Bir gözyaşı bundan daha güzel anlatılabilir mi?'' Sadik Kwaish Alfrajikompozisyonları beni bi yerden yakalıyor.Allem edip kullem edip yakalamıyor,sadece bir kalem vurgusuyla yakalıyor.İşte o noktada bendeniz bir vezir-ül kehribai oluveriyorum. İyi akşamlar!
Dün tüm gün, öyle bi anma hizmeti yaptım ki akıllara zarar.Tüm bu kompüterin dosyalarına,fotolarına,linklerine söve söve düzen tertip komiteciliği yaptım.Bi evin ince temizliğinden,baza altı organizasyonlarından ve kışlıkların vakumlanıp hurçlanması geleneksel faaliyetinden çok daha zor olduğunu itiraf etmeliyim.Gece uyuduğumda kafamda halen dosyalar,fotolar ve dolan çöp kutusu şekilleri uçuşuyordu.'Bu dosyayı silmek istediğinizden emin misiniz?' sorusuna hep başım dik ve emin bi şekilde 'yes amk'diye net cevaplar verdim.Annem duysa gurur duyardı benimle.Yemin ederim, en az duşakabinin kenarlarını Clintbang'lemişimcesine göğsü kabarırdı. Yok zart fotolar,yok zurt fotolar,günlük fotolarımla iş fotolarım karışmış,last touch öncesi ve sonrası tüm çekim fotoları akraba olmuş,notlar almışım ama altına işin ismini yazmamışım,tonla model fotosu ve kaydı,kendi kişisel notlarım,kolajlarım.instagram ve hipstamatic mipstamaticler her yırtık dondan fırlamış zaten.Videolar,filmler ve favoriler coşmuş,link tufanı nirvanaya ermiş.Ama yılmadım ve haklarından geldim.Gözlerimi bu uğurda heba etmiş olabilme yüzdem çok yüksek ama başardım.Hızımı alamayıp kendimi aştım ve çerçeve farklılıklarına göre bile fotoları ayrı dosyaladım.Valla gözlerim doldu, böyle her dosyanın üzerine dantel asıp uzaktan masa üstümü izleyesim geldi.Zaman değişti artık,okullarda eğitsel kollarda bulunan 'temizlik kolu','masa üstü temizlik kolu'olarak değiştirilmeli.Bu benim dün bulduğum çılgın sanal projem. Ama sonra düşündüm 'ne oluyo lağn?,tüm bunlarda neyin nesi?' ''Anammm,tüm hayatımız şu minnacık şeyin içinde ne korkunç''dedim kendi kendime.Evet olm düşününce çok garip bi şey.Arkadaşlarımızla iletişim,iş ve zevklerimizin çoğu,ilgi alanı arşivlerimiz bile şu kutunun içinde.Ve bence>Maya biraderler, bu hususa parmak sokmak istedi.Hatta dün gece, kompüter içi dezenfekte görevimden sonra Maya'ların mesajını daha sağlam aldım ve cevaben;'çaktım köfteyi'dedim gökyüzüne bakıp.Zombi olmuşuz haberimiz yok.Allahtan bilgisayar oyunu ,arkadaşlık siteleri,forum fareliği ve diğer fotolu ve yazılı ileti siteleri gibi kötü alışkanlıklarım yok.ehueueueue.Bi de onlar olsaydı> welcome to the cyber cinnet.Temiz masaüstü temiz toplum.uheuhue.Sağlık bakanlığından onaylı hijyenik kafalaaaaaa.&desktop crew. Toplayın laaaa desktopunuzu,aniden bi misafir gelir bi şey olur.Sırım gibi sarı dosyaları dizin bakiyim yanyana.oh mis! Peki yaa mp3 ve lö youtube arşiv dosyaları?Heraldes gonsales.Minimum 3 saat,hadi kolay gele. Le musica: Uncle Funkenstein
Şayet kocaman bir evim ve sabit yaşadığım bir şehrim olsaydı, evin genişçe bir bölümü teneke kutular ve minik şişeler tarafından istila edilmiş olurdu.Şu Amerikan filmlerinde olduğu gibi kocaman bir garaj bile olabilirdi ve orayı sergi yeri yapardım(o garajlarda hep duvara asılı testere olur).Ve yüksek bir olasılık, Nat Geo'nun şu 'istifçiler'belgesel kuşağının bir bölümüne onur konuğu olarak iştirak etmiş olurdum.Orda gördüğümüz kadınlar gibi 'atmayınnnnnn ya o bana lazımmmmmmmmm'diye ağlardım ve belediye görevlilerini pataklamaya girişirdim. Şimdiye kadar görmüş olduğum en kapsamlı ve uluslararası kutu cennetini bulmuş bulunmaktayım.Bana göre manyas kuş cennetinden daha cikcik ama kimine göre teneke yığını.Lakin bendeniz hunharca cezbedildim desem yeridir.Gel gör ki bu cezbedilişi, sahip olma canavarına dönüştürmemek için ekstra bir efor sarfediyorum.Tam elim birine gidip almak istediğim an, otokontrol airbagler -Bommmm- diye açılıyor ve beni bu sevdadan alı-koyuyor.Saatlerce üzerlerinde bulunan resimleri hatim edebilirim,o minik şişeleri evirip çevirebilirim,tüm puda şişelerinin arkasında bulunan içerikleri okuyabilirim.O dönemler reklam ve ürün ressamlığı diye bir şey olduğu için çok özel kutular var aralarında.Çok eski dönemlerde; sadece ve sadece 30 adet üretilmiş parfümler var ,20 adet üretilmiş pudralar var ve bacak suları var.Evet evet bi dönem çok moda olmuş bu ;bi grup kadın özel kokmak istemiş ve kendilerinde olan parfüm ve saç pudrası kimselerde olmasın istemişler.İşte o andan itibaren eczaneler, kişiye özel kolonyalar ve pudralar üzerinde çalışmaya başlamış.Normalin iki misli fiyata ama özel ve sınırlı sayıda üretime geçmişler .O şişelerin hepsinin üzerinde el işçiliği var,işte onları bulmak çok zor.Ve bazen kişiye özel şişe ve kutu tasarımına bile rastlanıyor.Misal bir madame pudra kutusunun üzerinde melek figürleri istiyor ve ürün ressamları eczaneler aracılığıyla bu istediği yerine getiriyor.Bi kaç parçayı burda bulabildim ama sadece bakmakla yetinebildim.Çok güzellerdi,tüm aşınmışlıkları ve yitip giden kokularıyla,solmuş şişe renkleriyle bile halen çok güzellerdi. İnanılmaz, kutucu keşfimin akşamı bu videoya denk geldim.Bayıldım ve gülümsedim.''Çok çok çok güzel''dedim sesli olarak kendi kendime.Ahşap kulübelerini hiç mi hiç kıskanmadım. Sanırım hemen şimdi misafirliğe gitmek istiyorum: Kenyan & Grace by Gary Nadeau
İlham ve çıkış noktası bir film oldu.Jack Arnold'un yönetmeni olduğu, 1957 yılı yapımı The Tattered Dress filmi.Konu nasıl açıldı diye düşündüm,sanırım;Arnold filmleri hakkında konuşurken ve arşivleme isteğimizi dile getirdiğimiz esnada çıktı.Jeff Chandler, Jeanne Crain, Jack Carson, Gail Russell, and Elaine Stewart ve ve ve bizim esas oğlan sonuca ulaşabilecek mi? Şu meşhur elbisenin modern hali yaratıldı.Filmde kullanılan broşlar ve şapkalar sanki zaman tünelinen yanımıza ışınlandı.Sarı saçlar 2 kare sonra yumuşak kahveye dönüştü.Bi kaç korsesi bolcana swimsuit bulundu. Siyah beyaz bir Mr.Blane ise olayların izini sürmeye devam etti ama hep fettanlara çarptı.
"But I don’t want to go among mad people," Alice remarked. "Oh, you can’t help that," said the Cat: "we’re all mad here. I’m mad. You’re mad." "How do you know I’m mad?" said Alice. "You must be," said the Cat, or you wouldn’t have come here." -Lewis Carroll /Alice in Wonderland
Bazı işlerde make-up styling en zorlayan halka haline gelebiliyor.Kumaş türüyle far yapısı birlikteliğini bile düşünmeniz gerekebiliyor.O renk skalasını yalayıp yutmak ve bir allığın ayakkabıyla olan dansına bile kafa patlatmak elzemleşiyor.Bazı büyük işler,titiz fotoğrafçı ve bol ışıklı çekimlerde bu fazlasıyla isteniyor.Bunun için head makyöz ile minimum 3 toplantı yapmanız gerekiyor.'Hikaye bizden ne istiyor?,bakışların,kumaşların ve objektifin istekleri ne yönde' diye konuşmalar ve yaratım süreçleri lazım geliyor.Herkesin komplekslerinden ve egolarından arındığı bir ortamda bu sistem çok güzel işliyor.Bizim ülkemizde boğaz boğaz gelebilenecek ve triplerin havada uçuşacağı durumlara rastlandığını söyliyemiycem.Neden?Çünkü ortak amaç; ortaya bir sanat eseri çıkarmak,el birliğiyle bunun bir parçası olmaya çalışmak ve birbirinin birikimlerinden beslenmeye çalışmak.Misal, kendimden 10 yaş genç bir yardımcı asistandan -kontrast renklerle- ilgili öyle bir ayrıntı öğrendim ki, o günün en mutlu insanı ben oldum.Karışmalar güzeldir.
Alıp veriyor alıp veriyor..Yorulmuyor ama kendi kendininin yaralarına pamukla tendürdiyot basmayı da unutmuyor; Bazen>şehir efsanesi olan kulak kemiren gelincik, bazen ise tüm kırıklara deva en kral japon yapıştıcısı. Bazen> glutenli ama bazen glutensiz . Bazen >seçenek bile sunmaya tenezzül etmiyor ama bazen de çoktan seçmeli bereketini esirgemiyor. Bazen>yerçekimine karşı koyup ayaklarımızı yerden keserken beş dakika sonra yere çalıp göt havada bırakabiliyor. Olcak anam olacak,hepsi olacak.Hayat bu, my dear lö okur.İç açıları dış açılarını düdükleyip sonra boynunu öperek gönlünü alacak.'Herşey insanlar için' lafına geldik mi yine.uheuhehue.Yine dönüp dolaşıp anne laflarına tosluyoruz amk.Bu mudur milenyumyus? Felsefik güdümlü sadede gelirsek:Amaç bu ayakların zeminden kesildiği an ile kafa üstü çakılmak arasında ki süreci beslenip ve aldıklarımızı zevkine vara vara geviş getirerek geçirmek.Düşündüm taşındım bu karara vardım.'Geviş getirmek' kilit nokta.Sağlam bir gevişçi olursak erken göçmek ve geç göçmek anlamını yitiriyor.Hakkını verecez başka yolu yok.'Öyle dolu dolu geviş getirdi ki,midesinin akıyla gitti''desin arkamızdan tüm memeliler.Bu illa çok aktif olmak anlamında değil.Çok kral bi yan gelip yatıcı.da olabiliriz.Onun bile hakkını vermek lazım,kanepede yanlama husunda başarısız olan insanla işim olmaz zaten. Nasıl ama Dalai Lama havası estirebildim mi?Yok beaaa,'aydınlanmak ve farkındalık' laflarını kullanmadım halen,sizlerin saflarındayım koçlar.heuheue. Yemedim içmedim neden filozofa bağladım ben bugün.Hayat ve ölüm muhabbeti oldukça harlandı bu sıra.Herkes sevdiklerini birer birer kaybediyor.Bu gerçekle yaşamak zor ama hayat onun bile 'en doğal'süreç olduğunu uygun bir dille anlatıyor bize.Gerçi SS anlatıyor ama olsun öğretiyor ya.Koca Pargalı bile öldü,sana bana kalmayacak.Allahım son viraja girince illa içine edecem yazının ya.Bi adam gibi biterebilsem ya yaaa!Bi böyle kompozisyon sınavlarında olduğu gibi mükellef bi girişden sonra, gelişmede dilli milli filozoflara taş çıkarsam, akabinde sonuç bölümünde en kral sözle postuma son versem .Yok abi.2005 yılından bu yana muhaffak olamadım böyle postlara.O Pargalı'yı oraya sokmayacaktım ama gündeme yenik düştüm.Gerçi gündem değişti ama olsun. Madem post raydan çıktı ve pusula şaşı beş oldu o zaman 'saçmalamak hakkımız söke söke alırız' derin sularında kulaçlamak free. Sonra ne mi oldu?
Tüm gün,her yerde kulağımıza oturmaya gelen Usher ve scream şarkısından kurtulmaya çalışmalarımız olumlu sonuç verdi sayılmaz lakin en son taksi ve kahve esnasında da ziyaretimize geldi.Çekim için bulunan garip luxlerden lux beğen oteli ise duvar kağıtları ile hipnotize etmeye devam etti.Sabahtan bu yana Usher ve duvar kağıtlarının etkisi altında nefes alış verişimi aksatmadan devame ettirmeye çalışıyorum.Gördüğünüz üzere bedensel ve uzuvsal olarak sağlamım ama akıl sağlığım için aynı şeyi söyleyemiyceam.Ara sıra kendi kendime ''oo baby baby o babyy baby'derken yakalıyorum ve sis perdesi arasından gözümün önüne bu surat geliyor. Herneyse, o da sevdiğimiz bi abimiz. Ne diycektim ben; Günün en güzel gelişmesi ise Vans Aloha bebesinin çekime yetişmiş olması .Biz şimdiden yazı getirdik sayın okur başkan!!!Siyah beyaz ara başlıkları geç, aslında çiçekler bastı ortamı. Çekime adını veren şarkı gelsin: Mountain-Swamp Boy
Kolaj garip bi şey .Neden garip? Çünkü, ülkeden ülkeye beğeni ve ilgi yüzdeleri belirgin şekilde değişiklik gösteriyor.İspanyollar,Portekizliler,İtalyanlar ve Latin Amerika kolaj için delirirken diğer coğrofyalarda bu ivme aşağıya doğru inişe geçiyor.İskandinavlar ve İngilizler bu saydığım kolaj 'like' topluluğunu takip ediyor.Türkiye'de ise daha da garip lakin en çok duyduğum şey 'anlamıyorum'.oluyor.Facebook'da paylaştığım kolajların altına 'böyle saçma sapan şeyleri niye yapıyorsun?''diyen bile var.Tabii bu genellemem sadece kişisel yaşanmışlıklarıma dayanmıyor.Bunu gerek sanat içerikli paylaşım sitelerinin akışından gerekse de geliştirmekte olduğumuz modern art gallery projesi için yaptığımız ön çalışmalarda ortaya çıktığını gördük.(şimdiye kadar yapılmış olan kolaj sergisi yüzdeleri de buna dahil.-ülke ve icra eden bazında-) Bunların yanında; kısa süre önce bu sefer kendi kolajlarım için dahil olduğum Flickr'ın kolaj içerikli paylaşım havuzları da bu ülke verilerini kat be kat doğruluyor.Sayfaya gelen bi kaç Türk arkadaş yorumu yine 'bu ne şimdi?'oluyor ama aynı kolaja güney Amerikalılar deliriyor.Uçmaktan mı korkuyoruz sizce?Yoksa hayatta olağanın dışında şeyler görmeyi mi reddediyor iris?Kitap okumayan bir toplumun paslanmış hayal kurma,surreal bi alan yaratma ve gerçeğin dışına çıkabilme yetilerini kaybetmesi mi yoksa?Yoksa sadece ülkeden ülkeye değişen zevk değişimleri mi?Fransa'da nasıl fotoğraf,resimden daha çok ilgi görüyorsa,bu da onun gibi bişey mi? Tüm bunları zı zız ızttttt diye geçip,tüm laflar fasa fiso diyip asıl olan noktaya geliyorum ki 'zevk ve renk konusuna asla burun uzatılmaz'.Beni, asıl bu postu yazmaya itekleyen hissiyatlar farklı idi. 'Zevkler ve renkler tartışılmazın'en kral ayağı olan> 'zevkine ve rengine uyuşan kitle hareketi' anaforu.Gerek twitterdan,gerek facebook sayfalarından gerek ise bloglarından kolajlarımı paylaşan arkadaşları gördüm.İşte bu postu yazmamın esas amacı; ülkesel verilerden çok kalpsel verilerdi.Tanımadığım bu arkadaşlara sevgilerimi nükleersiz başlıklarla yolluyorum.Sadece paylaşmış olmalarından dolayı değil, hayal dünyamın içine girip benimle bi kaç tur attıkları için... Hatta bu tur için bi lö müzika ayarı bile çektim size : Tok Tok Tok - Help
Son yıllarda, erkek modasından daha çok haz alır hale geldim.Hem görsel olarak,hem çekim performansım hem de izleyici olarak.Daha çok hoşuma gidiyor ve bence daha iyi işler çıkıyor.Ama katıksız bir dişi olarak halen dişi detaylarlarıyla kara sevdalıyım.Her kadın gibi tamamlayıcı unsurlar hep bi hawaiii fişek yakınımda.Bi ayakkabıya,bi çantaya ve bir kemere vurulmam an meselesi(gerek iş gerekse myself).Gerçi artık bir çok -male- çekiminde de artık bu parçalar rahatlıkla unisex kıvamda kullanılabiliyor,o yüzden daha bi kapsamlı düşünmek gerektiriyor.Hafızama freedom!
Yaratıcılıklar sınır tanımıyor,muhteşem creative ekipler kuruluyor ve buna paralel olarak çanta ve ayakkabı sunumları için çok şık ortamlar hazırlanıyor.Bu kokteyl şekli şemalinde tasarlanan tanıtıcı walklar;ürünlerle tanışmanızı daha yakın bir hale getiriyor.Sanırım benim gibi dokunmatik insanlar için daha uygun bir sistem bu.Mini boxlardan bi kaçına ellememle birlikte,hayalimde nerede nasıl kullanacağım hemen şekillendi mesela.Önce iş bro!!!pof! Uzun bi aradan sonra> özlenen dostları görmek çok güzel Manfred Mann-Pretty Flamingo
''Benim ne zaman olacak yeaaaa?,hasret mi kalayım flaşlı yanarlı dönerli isim yazımına?,lazerli mazerli albenili olmaz mı?''derken, yıllardan sonra oldu ama yine kendim yapmak nasip olmadı.Rodrigo ısrarlarıma dayanamayıp yaptı ve beni bu amansız arzudan kurtardı.Olsun,alnıma -kendi elimden çıkası-yazmamış.Herşeyde bi hayır var .euhueue.Ulan bu foto nasıl bu yazıya meze olur ya.uheuhee.Hayırlısıysa olsun hayırlısı değilse olmasın.uehueue.Herşey bilinçaltı kader kısmet.Flaşlı hayırlara vesile olsun tümevarım açılımı.Nasip ve kısmet cant keep calm. Hayırlar&vesileler co. hipnoz saldırısı ileriiiiiiiiiiiiiiiiii: hayırlısı neyse hayırlısı değilse hayır olsun hayır hay ha!!!!
Moda haftası münasebetiylen oldukça aktifleşen son 2 günün ''en bebesi'' ne diye soracak olursan,kesinlikle erkek botları diyeceğim.2012-13 yılları; ayakkabı ve bot tasarımında mühim yıllar olarak kayıtlara geçecektir.Bu kadar çok çeşit daha önce görmemiştim ve bu kadar çok bot renkliliğine daha önce rastlamamıştım.Bir sonraki kış oldukça renkli erkek botları sahalarda olacak. Hepimizin, bi sonra ki styling işleri için favori parçaları oluşmaya başladı sayılır;notlar alınıyor,fotoğraflar çekiliyor.En çok beğendiklerim ise, şu yukarıda duran yavru kuşlar.Bildiğin yavru,bildiğin bebe,bildiğin kuş. Bugün en çok duyduğum şarkı buydu: Asaf Avidan - One day
Prince,you ma babe!!!! Genel kanı olan '90'lara sıkışıp kalmış şarkıcı'tanımına asla katılmayan ben, aksine dönemlerin üstünde bir adam olduğunun sağlam bir savunucusuyum.Elinde warwick marka bir basla slap solosu atışını görüp aşka düşmeyen kaç canlı vardır ki?Ama tabii ki seven var,kıl olan var ve değişik yorumlar elbet var.Sadece şarkıcı olsa neyse ama bi şarkıyı 30 ayrı entstrümanla icra edebiliyorsa o zaman 90'lar diye minik bi başlıkla es geçmek olmaz.Ayrıca her roportajında ısrarla Miles Davis'in adını andığı için de ayrı bi coşku hissiyatım var ona karşı.Bi de şarkı söylemek dışında varolan bi ses tonu var ki ,o sakin coolluk öldürecek beni.Kill me yani,o derece! Fatih Akın'ın arka sayfa'da "çağımızın Mozart'ı" olarak nitelediği adam,get on the boatta , 6 buçuk dakikalık bir funk şöleninle kalp kapakçıklarıma taarruza kalkan adam,ikizler burcu olduğunu öğrenmeden tahmin ettiğim güzel siyah adam,vaktiyle,"act your age,mama, not your shoe size"diyerek arzular lö fıskıye yapan adam. Ve kırmızının ve gitarın en çok yakıştığı adam : Cee lo Green feat Prince on guitar-Crazy
Otur kalk otur kalk lö dünya.Dünya yuvarlakmış ya,hoooppacık dön dur yinede katkı maddesi içermeyen bir dünyalısın.Tepinip dursak da ikamet kağıdımız hep 'dünya' olacak.Muhtar ve aza tayfası orda gidin sorun.Bildiğiniz dünyalıyız.Ama bizi düşünen bi kaç bilim adamı ve madamı sağolsun. Mars'a yerleşecek gönüllüler aranıyoyazısından sonra kara kara (sarı sarı)düşündüm.Ya gelip ,kapıyı çalıp sorsalar :''efendim,talihli siz oldunuz,pılınızı pırtınızı toplayın gidiyoruz''diye.Hay amk ya, bilim kurgu filmlerini zorla ''bak bak ne olcak şimdi ,gel ya burası çok heycanlı''diye izleten Frederic'e!Tabiii benim ortamın olmadığından bi habersiz izletip durdu.Bilseydi benim rüyalarımın şu sıralar bilim adamları tarafından istila edildiğini eminim izletmezdi.Kaç bavul alabilirim?Beyaz peynir?burnum tıkanır ve bademciklerim şişer diye yanıma vicks alabilir miyim?
....'Yirmi yıl önce bir an düşünmeden aşk sözcüğünü kullanırdım burada,oysa şimdi ilgiden söz ediyorum.Yıllar ve deneyim,sözcükleri kullanmada dikkatli olmayı öğretiyor bize.Yanlış kullanıyoruz,farkında olmadan öne çıkarıyoruz,sonunda bir gün eski giysiler gibi lime lime olduklarını görüyoruz,bir zamanlar sürekli onarılmadığını belli etmemek için her hafta ustalıkla kırpılan parçaları iplik iplik olan eski pantolonu giyerken utandığım gibi utanıyoruz.Eskiden sevgi sözcüğünü nadiren söylerdim,söylediğimde de sözcüğün öznesi veya nesnesi ben ya da benim bi parçam olmazdı.Şimdi mademki bu sözcük doğrudan benimle ilgili,kullanırken dikkatli olmam gerekmez mi?Hatta,gerekirse sözcüğü maskelemeye dek götürebilirim işi,gerçek sözcüğün birden ortaya çıkıp çiçek gibi açması için,ilkokulda yaptığımız anagramlar gibi,başka sözcükler bile kullanabilirim.Ancak düşünüyorum da,sevgi sözcüğünü bağıra çağıra söylemeyi yeğliyorum,bakalım ne olacak.'
JOSE SARAMAGO/RESSAMIN EL KİTABI/SYF.255.
Yukarıda yer alan paragrafın altını çizmişim.Çok sevdiğim kitaplardan biri olduğundan kelli,kitaplıkta en güzel yeri verdim ona.Ayrıca,tüm Saramago kitaplarının arkasına düştüğüm irili ufaklı notlar gibi, bu kitabın arkasını da yorum seliyle ele geçirmişim.''Yıllar sonra bu kitabı tekrar okumak istiyorum,görüşmek üzere'' diye de bitirmişim. Tarih ve Kahire yer bildirimi ibaresinin altına ısrarla 'tekrar' diye yinelemişim.
Bi çok şeyi bir arada yapma durumundan hiç memnun değilim.Bu durum benim akış düzenime aykırı ve beni hoooop diye 'down' yapabilen bi şey.Teker teker ve dinlene dinlene gitmeliyim ben.Dağılmış bir Değer asla tercihim değil.7-8 işi aynı anda yapmayı bırakın 2 işi aynı anda yapınca bile savrulmaya müsaitim.Tek tek,sek sek ve birdir bir gitmeliyim ben.Allahtan kendimi bi buçuk tanıma şerefine nailim. İşler sayıca kaosa sardığında, fren pedalının aklımın bi köşesinde olma durumunu seviyorum.Bu zat-ı fren ,bazen olaylara bir erkek gibi bakmamı sağlıyor.İşte o erkek; her kadın için çok gerekli bi erkek.Tamamen sizin mahsulunuz, sistem dışı gözünüz ve hırs dengeleyicisi görevini alnının akıyla yapan bir kadınının ruh erkeği. Bi çok şeyin aynı anda üstesinden gelen kadınların bunu ballandıra ballandıra anlatmasını dinlemeye tahammül edemezken ya ben de öyle bi kadın olsaydım?Sanki Nobel ödülüne layık görülmüş gibi o heyecan ve telaş içinde anlatmalarını,kaşlarım havada en baygın bakış ifade -halimle dinliyorum ve bazen okuyorum.Anlatıyorlar ki karşı taraf onaylasın.''ah hayatım senin bu enerjine hayranım''densin,''bu kadar şeye nasıl yetişiyorsun valla şaşıyorum''densin.Sadece bunu duymak için yaşayan bi kadın populasyonu olduğunu düşünüyorum....Ödüm kopuyor hemcinslerimden bazen,ya sizin?O egolarının bir şahin pençesi haline gelişini belli bir mesafeden izliyorum.''Hem onu yapıyorum,hem bunu ,hem şunu'' diye yarı şikayet eder yarı ''beni pofpoflayın'',''beni bana övün lütfen''ses iniş çıkışları ile devam eden kadın anoforlarının kolları ahtopot gibi sarıp sarmalıyor.Üzüntülerini,sıkıntılarını farketmeye, yaşamaya bile zamanları yok sanki,7/24 yoğun company.Hayata bu denli tam saha press uygulamak yorucu değil mi?Biri neden kulaklarına eğilip :''tüm ruhunu ben-gay jel ile ov'' demiyor? Oysa hayatta slow motionlar da var,adımlar var,yaş mühim değil emeklemeler var,durmalar bi sakinleşmeler var,egonu iki dakka sikip atmalar var,onaylanmayı beklemeden nefes alabilme gerçekleri var,kendini övmelerden mühim kendininin mandırası olup beslenmeler var,hırslarını ponza taşıyla yontabilmeler var. Ayrıca> sevdiğiniz bir cafede otururken,çalan parçayı merak edip, üşenmeyip,ayaklanıp,kasanın yanına gidip ''bu çalan parçanın adını öğrenebilir miyim?''ler var(böyle bi huyu olanınız var mı?Huydaş arıyorum.O anı büyüleyen şarkıyı kaybetmeme isteği,tüylerini diken diken yapan şeyi ya bi daha duyamazsam hissi ve akabinde şarkının kaynağına ulaşma) Ablaye Cissoko & Volker Goetze Live at the Jazz Gallery